18 Ekim 2013 Cuma

büyük oyun

Evet,  Bu Büyük Bir Oyun
Örneğin en son bir grup Batılı sanatçı fikir belirtiyor;
Gezi Olaylarında hükümetin kendi kulluk güçleriyle kol kola girip sahnelediği “şeye” istinaden. Derken bir uğultudur başlıyor rüzgârda, bildiğimiz koroda, Melih Cevdet’in şiirinde bir kinayeyle geçtiği gibi, kökü dışarıda, kökü dışarıda…
Ama muhteremler pek inanarak söylüyor bunu; bakın işte diye bir hoş oluyorlar, dedik ya diyorlar, kökü dışarıda... Hakikaten yahu, hiç yorulmaz mı insan aynı şarkıyı söylemekten?
Evet, eski terane: Büyük Oyun! Aslında memlekette hiçbir menfi bir şey yok ama işte oyun var hem de büyük bir oyun var. Bütün analizleri bu kadar. Bitti. Kendi evhamlarının bir olay örgüsü de yok, direkt sonuca geçiyoruz. Porno film gibi canına yandığım, dedi Çiko. Karıştırma mevzuyu diye kovaladım Çiko’yu. Neyse…
Şimdi Sean Penn, Susan Sarandon, Davit Lynch gibi sanatçıların eleştirilerine gelen cesur cevaplara bakın (Hani cahil cesareti denir ya…):
*Ey Oscar’lılar, ağzınızı bir çalkalayın hele;
*Hey Oscar’lılar, sizi mahkemelerde süründüreceğiz;
*Densizler,
*Milli İradeye saygısızlar;
*Oscar’ım var diye ahkâm kesemezsiniz,
*Küstahlar;
*Birileri servis etmiş, onlar da imzalamış…
Yani hep büyük oyun paranoyasının güzellemeleri bunlar. Biraz daha yol alsalar ana avrat düz gidecekler bre…
Ortada büyük ve eski bir oyunun olduğu muhakkak, üstelik epeydir oynanan bir oyun. Ama halkın üzerinde, tüm zamanların muktedirleri tarafından kurgulanmış ve sahnelenmiş-sahnelenmekte olan bir oyun. Ne ki sizin dediğiniz oyun değil bu oyun. Sonuçları acı verici olan, bedelleri zaten hep halk tarafından ödenmiş ama üstesinden de hep gelinmiş, aktörleri hep deşifre edilmiş oyunlar…
Şimdi şuraya aktaracaklarım 19. yüzyılın son çeyreğinde Chicago’da başlayacak ve ucu elbette hem de kendi kendine Haziran 2013 Türkiye’sine 21. yüzyılın ilk çeyreğine gelecek.
Tüm bunları Howard Fast’ın tanıklığında yazıyorum.
Hareketin İçinden Doğan güç
“Bir söz vardır; yürek yalnız bir kez görür, sonra gözler görür. 1877 yılı, Büyük Grev sırasındaydı. Bu grev, işçi hareketlerinin uyanması gibi bir şeydi. Başlangıçta gerçek bir örgüt yok, işçiler aletleri bırakıyorlar, sonra başkaları, sonra öteki… Ülkenin başına daha önce gelmemiş bir grev ve işçi hareketi olana kadar birbiri ardına durdu demiryolu yapımları. Ama sözü edilen liderler yoktu. Liderler de aynı yoldan, hareketin içinden kendiliğinden doğacaktı. İşte Albert Parsons böyle doğdu.
1877 Temmuzunda işçi sınıfının o güne kadar yapmadığı bir miting yapıldı. İşçiler Market Street’e yöneldiler. Madison kesiminde toplandılar. Kaç bin kişiydi Tanrı bilir. Saatlerce akın akın geldiler meydana. Öyle bir insan yüzü oldu ki… Üzeri insan yüzleri, meşaleler ve pankartlarla büyüyen bir halıydı meydan.
Ama Umudumuz Var
Albert Parsons çıktı ve şöyle seslendi insanlara:
‘Ekmeği özgürlük, sütü bağımsızlık olan Amerikalı vatandaşlar, sizinle adalet ve haksızlık hakkında konuşacağım. İnsanların haklarını değil, umutlarını anlatacağım. Çünkü hak denen şeyden nasibimiz kıt, ama umudumuz sonsuz.’
Başka zaman şöyle der Parsons:
Bir adamı günde 12 saat çalıştırıp yaşaması için gerekli paranın yarısını ver, 
sonra da dikkatli ve haklı oy vermesini bekle. 
Çocukları açlıktan ölüyorsa oyunu satar mı satar arkadaş!
McCormic Grevcileri fabrikaya yürümeye başladılar. Kimse kışkırtmadı onları. Kimse zorlamadı yürümeye, dinlemeyi bıraktılar, dış kapılara doğru yürümeye başladılar. Ama daha onlar bir şey yapmadan fabrika polisleri ateş etmeye başladı. Savaş alanına döndü orası. Grevciler silahsızdı. Polis sıra olmuş, tabancalar bir kol uzaklıkta, tüfekler desen öyle, rast gele ateş ediyorlardı. Fabrikanın bu rağmen takviye istediğini gördüler. Bu uzun vakit ister değil mi? Ama sanayide bir araba polis yetişti, arkasından iki araba… Derken silahlı 200 polis sardı her yanı.
Yine Polis Yine Cop
İşçiler, savaş alanındaki askerler gibi döküldüler. Oldukları yerde dikilen, ateşi umursamayan işçilerin üzerine coplarla yürüdüler, vura döve dağıttılar onları. Olayları protesto etmek için Haymarket meydanında toplandı herkes. İşte böyle başladı olaylar. Bu yalnız McCormic ve Kereste sürücüleri grevi değildi. Pullman da grevdeydi. Brunswck Paketleme işçileri de grevdeydi ve yalnız Chicago’daki değil, St. Louis, Cincinati, New York, San Francisco’daki işçiler hep grevdeydi.
Ertesi gece 20 bin kişi gelmedi Haymarket Alanına. Miting başlama saatini geçiriyordu. Ne kötü bir geceydi. Yağmur yağdı yağacaktı. Yağmur korkusu halkı ürkütmüştü, bu yüzden gelmemişti çoğu. Oradakiler de toplantının bir an önce başlayıp bitmesini istiyordu.
Patlama, yani bomba… Nasıl oldu biliyorsun, belki de bilmiyorsun. İki yüze yakım polis, başlarında Ward ve Bonfield olduğu halde caddeye akın ettiler. Niçin? Nasıl? Ne sebeple geldi bunca polis? Böylesine sakin, böylesine sessiz bir miting, nasılsa dağılmaya başlamış ve kala kala 500 kişi kalmış bu mitinge ne amaçla akın etti polis? Kalabalık, caddenin öteki ucuna doğru ilerlemeye başladı. Sonra nereden atıldığı bilinmeyen o bomba geldi. Polislerin önüne düştü ve bir polis öldü...
O bombayı atan bizden biri değildi!
Sonra.
Ustalarından Cadı Avı
Polis çıldırmıştı. Bu planlanmış bir çıldırmaydı ama. İş adamlarıyla görüşüp para istediler, aldılar da. Binlerce dolar verdi hepsi. Sonra Chicago’ya daldılar vura kıra, insanları öldüre öldüre, işkence makinesi gibi, halkı gece yarısında evlerinden alıp sokaklarda sürükleye sürükleye, kuşkulu buldukları herkesi tutuklayarak koşuştular kentin sokaklarında. Bir işçi tulumu görmeleri yeterliydi. Tutukevlerini dolduran işçiler… Batıdaki Pinkertonlar Chicago’ya fırlatıldı. Belki bin kişi tutukladılar. Böylesi görülmüş değildi bu ülkede. Belki hiçbir ülkede görülesi değildi böyle bir şey.
Garip, uğursuz ve görülmedik şeyler oluyordu bu ülkede. Çalışanlar ve çalıştırılanlar arasında büyük uçurumlar oluşuyordu. Son on iki yıldır da bu uçurum kanlı savaşlarla büyüyüp duruyordu. Knights of Labor ve Molly Maguires gibi örgütler meydana geliyordu; bu örgütler emeği birbirine kaynaştırmak ve birleşik bir güç yaratmak amacındaydılar. Bunların karşısındaysa dünyada eşi benzeri görülmedik bir kiralık asker ordusu vardı. Bu ordu hapishane kaçkınları, Batının büyük kumarbazları, kabadayılar, gangsterler, hırsızlar, profesyonel katiller, toplumda yeri olmayan toplum düşmanı iti kopuğu satın alan Pinkerton’un ordusuydu.
Yargı organları bu tür suçlulara göz yumuyor, böyle suçlarla tutuklu kişiler varsa özel af çıkarıyor, Pinkerton’u besliyordu. Özel bir orduydu Pinkerton ordusu. Özel bir vahşet tekniğiyle eğitilmişti. Özel silahları, özel donanımları vardı. Ve tek amaçları gelişen işçi örgütleriyle savaşmak ve onları parçalamaktı. Pinkerton kıyımları halka duyurulmayıp örtbas edildi.”
Bir Uzun Direniş
Uzun bir direniş macerasının özetidir bunlar. Birçok insan öldürülmüş, hapsedilmiş, korkutulmuş, sindirilmiştir. 1877’de başlayan eylemler çalışanların tarihinde önemli mevzilerin kazanılmasıyla sonuçlanmıştır.
Doğrudur! Tüm delilleri ve olay örgüsüyle büyük ve eski bir oyun sahnelenmektedir muhteremler evet. Ve fakat… Bu oyunun farklı özellik ve işlevlerdeki aktör, aktris ve figüranları olmamak elinizdeydi oysa.
Halk kazanmaya, tarih de sizi yargılayıp kaydetmeye başladı bile, ülkemin güzel topraklarında, bir uzun gündönümü itibariyle. Gezi’de bir yol açıldı şimdi. Orada daha fazla durmaya gerek yok. Meseleler çözüm, çözümse fikirler ve eylemler ister.

Yazıyı Melih Cevdet’in bahsettiğim şiiriyle bitirsem:
DÜZENLİ DÜNYA 
Bayılırım şu düzenli dünyaya
Kışı yazı
Baharı güzü
Gecesi gündüzü sırayla.
Ağaçların kökü içerde
Bütün ağaçların kökü içerde
Dalların başı yukarda
İnsanların aklı başında
Bütün insanların aklı başında
Beş parmak yerli yerinde
Baş işaret orta yüzük serçe.
Diyelim kalksa da serçe 
Orta parmağa doğru yürüse 
Ne haddine! 
Yahut akasyanın biri 
Başını toprağa daldırdığı gibi 

Bir gezintiye çıksa 
Merhaba kestane, merhaba çam 
Selâmün aleyküm, aleyküm selâm 
Kimsin nesin nerelisin derken 
Laf açılır mı bizim akasyanın kökünden 
Bir uğultudur başlar rüzgârda 
Kökü dışarda, kökü dışarda...
Yahut ne olur koca bir dağ 
Baş aşağı gelsin... 
Aman Allah göstermesin. 
Bayılırım şu düzenli dünyaya 
Altta ölüler 
Üstte diriler 
Gel keyfim gel! 
                         Melih Cevdet Anday

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder