Evet, Bu Büyük Bir Oyun
Örneğin en son bir grup Batılı sanatçı fikir belirtiyor;
Gezi Olaylarında hükümetin kendi kulluk güçleriyle kol kola girip sahnelediği “şeye”
istinaden. Derken bir uğultudur başlıyor rüzgârda, bildiğimiz koroda, Melih
Cevdet’in şiirinde bir kinayeyle geçtiği gibi, kökü dışarıda, kökü dışarıda…
Ama muhteremler pek inanarak söylüyor bunu; bakın işte diye bir hoş oluyorlar,
dedik ya diyorlar, kökü dışarıda... Hakikaten yahu, hiç yorulmaz mı insan aynı
şarkıyı söylemekten?
Evet, eski terane: Büyük Oyun! Aslında memlekette hiçbir
menfi bir şey yok ama işte oyun var hem de büyük bir oyun var. Bütün analizleri
bu kadar. Bitti. Kendi evhamlarının bir olay örgüsü de yok, direkt sonuca
geçiyoruz. Porno film gibi canına yandığım, dedi Çiko. Karıştırma mevzuyu diye
kovaladım Çiko’yu. Neyse…
Şimdi Sean Penn, Susan Sarandon, Davit Lynch gibi
sanatçıların eleştirilerine gelen cesur cevaplara bakın (Hani cahil cesareti
denir ya…):
*Ey Oscar’lılar, ağzınızı bir çalkalayın hele;
*Hey Oscar’lılar, sizi mahkemelerde süründüreceğiz;
*Densizler,
*Milli İradeye saygısızlar;
*Oscar’ım var diye ahkâm kesemezsiniz,
*Küstahlar;
*Birileri servis etmiş, onlar da imzalamış…
Yani hep büyük oyun paranoyasının güzellemeleri bunlar. Biraz
daha yol alsalar ana avrat düz gidecekler bre…
Ortada büyük ve eski bir oyunun olduğu muhakkak, üstelik epeydir
oynanan bir oyun. Ama halkın üzerinde, tüm zamanların muktedirleri tarafından
kurgulanmış ve sahnelenmiş-sahnelenmekte olan bir oyun. Ne ki sizin dediğiniz
oyun değil bu oyun. Sonuçları acı verici olan, bedelleri zaten hep halk
tarafından ödenmiş ama üstesinden de hep gelinmiş, aktörleri hep deşifre
edilmiş oyunlar…
Şimdi şuraya aktaracaklarım 19. yüzyılın son çeyreğinde Chicago’da
başlayacak ve ucu elbette hem de kendi kendine Haziran 2013 Türkiye’sine 21.
yüzyılın ilk çeyreğine gelecek.
Tüm bunları Howard
Fast’ın tanıklığında yazıyorum.
Hareketin İçinden Doğan güç
“Bir söz vardır; yürek yalnız bir kez görür, sonra gözler görür.
1877 yılı, Büyük Grev sırasındaydı. Bu grev, işçi hareketlerinin uyanması gibi
bir şeydi. Başlangıçta gerçek bir örgüt yok, işçiler aletleri bırakıyorlar,
sonra başkaları, sonra öteki… Ülkenin başına daha önce gelmemiş bir grev ve
işçi hareketi olana kadar birbiri ardına durdu demiryolu yapımları. Ama sözü
edilen liderler yoktu. Liderler de aynı yoldan, hareketin içinden kendiliğinden
doğacaktı. İşte Albert Parsons böyle doğdu.
1877 Temmuzunda işçi sınıfının o güne kadar yapmadığı bir
miting yapıldı. İşçiler Market Street’e yöneldiler. Madison kesiminde
toplandılar. Kaç bin kişiydi Tanrı bilir. Saatlerce akın akın geldiler meydana.
Öyle bir insan yüzü oldu ki… Üzeri insan yüzleri, meşaleler ve pankartlarla
büyüyen bir halıydı meydan.
Ama Umudumuz Var
Albert Parsons
çıktı ve şöyle seslendi insanlara:
‘Ekmeği özgürlük, sütü bağımsızlık olan Amerikalı
vatandaşlar, sizinle adalet ve haksızlık hakkında konuşacağım. İnsanların
haklarını değil, umutlarını anlatacağım. Çünkü
hak denen şeyden nasibimiz kıt, ama umudumuz sonsuz.’
Başka zaman şöyle der Parsons:
‘Bir adamı günde 12
saat çalıştırıp yaşaması için gerekli paranın yarısını ver,
sonra da dikkatli
ve haklı oy vermesini bekle.
Çocukları açlıktan ölüyorsa oyunu satar mı satar
arkadaş!’
…
McCormic Grevcileri fabrikaya yürümeye başladılar. Kimse
kışkırtmadı onları. Kimse zorlamadı yürümeye, dinlemeyi bıraktılar, dış
kapılara doğru yürümeye başladılar. Ama daha onlar bir şey yapmadan fabrika
polisleri ateş etmeye başladı. Savaş alanına döndü orası. Grevciler silahsızdı.
Polis sıra olmuş, tabancalar bir kol uzaklıkta, tüfekler desen öyle, rast gele
ateş ediyorlardı. Fabrikanın bu rağmen takviye istediğini gördüler. Bu uzun
vakit ister değil mi? Ama sanayide bir araba polis yetişti, arkasından iki
araba… Derken silahlı 200 polis sardı her yanı.
Yine Polis Yine Cop
İşçiler, savaş alanındaki askerler gibi döküldüler.
Oldukları yerde dikilen, ateşi umursamayan işçilerin üzerine coplarla
yürüdüler, vura döve dağıttılar onları. Olayları protesto etmek için Haymarket
meydanında toplandı herkes. İşte böyle başladı olaylar. Bu yalnız McCormic ve
Kereste sürücüleri grevi değildi. Pullman da grevdeydi. Brunswck Paketleme
işçileri de grevdeydi ve yalnız Chicago’daki değil, St. Louis, Cincinati, New
York, San Francisco’daki işçiler hep grevdeydi.
Ertesi gece 20 bin kişi gelmedi Haymarket Alanına. Miting
başlama saatini geçiriyordu. Ne kötü bir geceydi. Yağmur yağdı yağacaktı.
Yağmur korkusu halkı ürkütmüştü, bu yüzden gelmemişti çoğu. Oradakiler de
toplantının bir an önce başlayıp bitmesini istiyordu.
…
Patlama, yani bomba… Nasıl oldu biliyorsun, belki de
bilmiyorsun. İki yüze yakım polis, başlarında Ward ve Bonfield olduğu halde
caddeye akın ettiler. Niçin? Nasıl? Ne sebeple geldi bunca polis? Böylesine
sakin, böylesine sessiz bir miting, nasılsa dağılmaya başlamış ve kala kala 500
kişi kalmış bu mitinge ne amaçla akın etti polis? Kalabalık, caddenin öteki
ucuna doğru ilerlemeye başladı. Sonra nereden atıldığı bilinmeyen o bomba
geldi. Polislerin önüne düştü ve bir polis öldü...
O bombayı atan bizden biri değildi!
Sonra.
Ustalarından Cadı Avı
Polis çıldırmıştı. Bu planlanmış bir çıldırmaydı ama. İş
adamlarıyla görüşüp para istediler, aldılar da. Binlerce dolar verdi hepsi.
Sonra Chicago’ya daldılar vura kıra, insanları öldüre öldüre, işkence makinesi
gibi, halkı gece yarısında evlerinden alıp sokaklarda sürükleye sürükleye,
kuşkulu buldukları herkesi tutuklayarak koşuştular kentin sokaklarında. Bir
işçi tulumu görmeleri yeterliydi. Tutukevlerini dolduran işçiler… Batıdaki
Pinkertonlar Chicago’ya fırlatıldı. Belki bin kişi tutukladılar. Böylesi
görülmüş değildi bu ülkede. Belki hiçbir ülkede görülesi değildi böyle bir şey.
Garip, uğursuz ve görülmedik şeyler oluyordu bu ülkede. Çalışanlar ve çalıştırılanlar arasında
büyük uçurumlar oluşuyordu. Son on iki yıldır da bu uçurum kanlı savaşlarla
büyüyüp duruyordu. Knights of Labor ve Molly Maguires gibi örgütler meydana
geliyordu; bu örgütler emeği birbirine kaynaştırmak ve birleşik bir güç
yaratmak amacındaydılar. Bunların karşısındaysa dünyada eşi benzeri görülmedik
bir kiralık asker ordusu vardı. Bu ordu hapishane kaçkınları, Batının büyük
kumarbazları, kabadayılar, gangsterler, hırsızlar, profesyonel katiller,
toplumda yeri olmayan toplum düşmanı iti kopuğu satın alan Pinkerton’un
ordusuydu.
Yargı organları bu tür suçlulara göz yumuyor, böyle suçlarla
tutuklu kişiler varsa özel af çıkarıyor, Pinkerton’u besliyordu. Özel bir
orduydu Pinkerton ordusu. Özel bir vahşet tekniğiyle eğitilmişti. Özel
silahları, özel donanımları vardı. Ve tek amaçları gelişen işçi örgütleriyle
savaşmak ve onları parçalamaktı. Pinkerton
kıyımları halka duyurulmayıp örtbas edildi.”
Bir Uzun Direniş
Uzun bir direniş macerasının özetidir bunlar. Birçok insan
öldürülmüş, hapsedilmiş, korkutulmuş, sindirilmiştir. 1877’de başlayan eylemler
çalışanların tarihinde önemli mevzilerin kazanılmasıyla sonuçlanmıştır.
Doğrudur! Tüm delilleri ve olay örgüsüyle büyük ve eski bir
oyun sahnelenmektedir muhteremler evet. Ve fakat… Bu oyunun farklı özellik ve
işlevlerdeki aktör, aktris ve figüranları olmamak elinizdeydi oysa.
Halk kazanmaya, tarih de sizi yargılayıp kaydetmeye başladı
bile, ülkemin güzel topraklarında, bir uzun gündönümü itibariyle. Gezi’de bir
yol açıldı şimdi. Orada daha fazla durmaya gerek yok. Meseleler çözüm, çözümse
fikirler ve eylemler ister.
Yazıyı Melih Cevdet’in
bahsettiğim şiiriyle bitirsem:
DÜZENLİ DÜNYA
Bayılırım şu düzenli dünyaya
Kışı yazı
Baharı güzü
Gecesi gündüzü sırayla.
Ağaçların kökü içerde
Bütün ağaçların kökü içerde
Dalların başı yukarda
İnsanların aklı başında
Bütün insanların aklı başında
Beş parmak yerli yerinde
Baş işaret orta yüzük serçe.
Diyelim kalksa da serçe
Orta parmağa doğru yürüse
Ne haddine!
Yahut akasyanın biri
Başını toprağa daldırdığı gibi
Bir gezintiye çıksa
Merhaba kestane, merhaba çam
Selâmün aleyküm, aleyküm selâm
Kimsin nesin nerelisin derken
Laf açılır mı bizim akasyanın kökünden
Bir uğultudur başlar rüzgârda
Kökü dışarda, kökü dışarda...
Yahut ne olur koca bir dağ
Baş aşağı gelsin...
Aman Allah göstermesin.
Bayılırım şu düzenli dünyaya
Altta ölüler
Üstte diriler
Gel keyfim gel!
Melih Cevdet Anday