4 Kasım 2014 Salı

Auster


Paul'a birçok konuyu ben vermiştim.
Şans Müziği'nde kumarbazlık günlerimi anlatmıştı.

21 Eylül 2014 Pazar

rehin


Zumbar'ın
rehinlerle bir imtihanı olmamıştı hiç.
Zira
O zamanlar rehin vs yoktu,
mübadele vardı.

20 Eylül 2014 Cumartesi

bbtf


Tarla faresinin
kabile reisi olduğu bir diyarda
derin göçükler olur.

24 Ağustos 2014 Pazar

konuk yazı


Korktum

Muzaffer Oruçoğlu

Ehlibeytle birlikte Şii Arapların, Türkmenlerin Tanrısı kaçtı. Bütün Asur Tanrıları kaçtı. Eğer günah işlemiyorsam, sanırım dünya işlerine karışmayan bizim güzel Tanrımız Azda da kaçtı. Mezopotamya sisine büründü, Zerdüşti ve Sufi ışıltılar içinde çekilip gitti zaman ötesine. Ve en son, kaçmaz dediğim Melek Tavus da kaçtı. Dayanamadı şehirdeki vahşete. Cümle Ezidiler kaçtı. Yalnız kaldım. Korktum.

Yüzleri kapalı, kara bayraklı genç mücahit ordusu, kendince sapkınların, şeytana ve yanlış tanrılara tapanların şehirden kaçamayan güzel kadınlarını topladı. Toplananlar arasında, gülümseyişlerini gizleyen ama bana yönelik gülümseyişlerini kalbinin gamzesiyle ayan eden o güzel kadın da vardı. Boşalmış evleri aradılar. Altın, para, mücevher ne bulduysalar götürdüler. İnanamadım gözlerime. Korktum. Bana öyle geliyor ki, IŞİD İslam ordusunun imamları, devşirme mücahitlerine güvenmiyorlar; çalmasınlar diye Enfal Sûresi'nin birinci ayetini anımsatıyorlar sık sık: "Ganimetler, Allah'a ve Resûlüne aittir."

Başı açık, pantolonlu, çıplak kollu kadınları gördükleri her yerde vurdular. Evlerden başı açık ölü kadınlar çıkarıldı. Bütün kadınlar kara çarşaflara büründü. Yaşlı, kambur ve topal olduğum için bana dokunmadılar. Esir aldıkları yedi yüz askerin kurşuna dizilişini seyretmeme bile karışmadılar. Şehri her gün kolaçan ettim ve her gün korktum. Beni tanıyan biri gidip, "Bu topal adam Êzîdî'dir, Laleş'teki Nûranî Dergâhı'na on yıl hizmet etti" diye gammazlasa, Türkmen delikanlısını kestikleri gibi beni de ensemden testereyle keserler. Bereket versin ki, Gılgamış Destanı'nı, Tevrat'ı, İncil'i, Kur'an'ı, Meshaf-ı Reş'i, Kitab-i el Celve'yi okumuş, bilgi yükünü almış bir adamdan ziyade bir dilenciye benziyorum. Bu şehir zaten oldum olası beni, Azrail'in uyuduğu yerlerde uyuyan kurnaz bir yaşlı sanıyor. Beni tanımıyor bu şehir. Hayata hep aynı yarıktan baktığım halde farklı şeyler gördüğümü, farklı hayaller kurduğumu bilmiyor. Hiç sevilmediğim halde, hayal gücümü delice sevmekten aldığımı hiç bilmiyor.

Bu sabah mezarlık arazisinde iki kadını taşlayarak öldürdü, IŞİD İslam ordusu. Zinakâr diye ihbar edip yakalatmışlar kadınları. Geleceğinden kaçmış, geçmişiyle yaşayan kara bir kalabalığın oluşturduğu çemberin ortasında bir kadın ağlıyordu. Diz çökmüştü, elleri arkasından bağlıydı. İlk taşları şahitler attı. Bunlar, mavi mermer parçalarıydı. Kadın kafasından yaralandı. Şahitlerden sonra recm cezasını veren hakim de bir mermer parçası attı, tutturamadı. Daha sonra herkes bir taş attı. Korktuğum için bir taş da ben attım, değdirmeden. Kadın, kanlı taş yığınları içinde bağıra bağıra öldü. Ölüyü kaldırdılar. Ölüyü kaldırır kaldırmaz, mümin kalabalık ölünün kaldırıldığı yere sökün etti, kanlı kansız taşları aldı. Meydan taşsız kaldı. İkinci kadını getirdiler. Tanıdım. Bizim mahalle pazarında lavaş arası kebapla canlı tavuk satan, Sabiilerden bir kadın. İki IŞİD İslam neferinin arasında diz çökmeden önce, "Bu şehirde herkes birbirini ihbar ediyor, utanın!" diye bağırdı kadın. Kalabalığın zoruna gitti bu. Karadonlu neferler, kadına diz çökerttikten sonra çekildiler. Çekilmeleriyle taş yağmurunun başlaması bir oldu. Kadın kanlar içinde ayağa kalktı, dimdik durdu. Bağırmadı. Büyük taşlar fırlatılınca, çam yarması gibi devrildi. Yazıklar olsun bana, bir taş da ben attım. Korktum.

Eskiden bu şehirde canım sıkılırdı. IŞİD İslam ordusu şehre girdiğinden bu yana artık canım sıkılmıyor. Feleğin alnına basarak yürüyor bu ordu. Sekiz dokuz yaşındaki Şii, Sabii, Asur ve Êzîdî kızları mücahitlerine nikahlıyor, gerdeğe ve çarşafa sokuyor. Anlamıyorum. Bir yandan Êzîdî çocuklarını kadınlarla beraber kırıp toprağa gömerken, diğer yandan 12-13 yaşlarındaki sünni Arap çocuklarını silahlandırıp cephelere gönderiyor. Her gün ummadığım bir olay oluyor ve her gün şehri kolaçan ediyorum. Kafam silgi, ayaklarım kalem ucu gibi işliyor, ayaklarımın yarattığı zamanı kafam siliyor. IŞİD İslam ordusu, büyük bir cesaret örneği göstererek kiliselerle birlikte Şit'in, Cercis'in ve Yunus Peygamber'in türbelerini bombayla patlatıp yerle bir etti. Yunus Peygamber'in türbesinin yıkılışını göremedim. Ama gittim, yıkıntılarını yakından gördüm. Kanım dondu. Korktum. İlk sevgilim bana bu türbenin dibinde vermişti mendilini. Kiliselerden, camilerden, Laleş Vadisi'nden, Dicle kıyısından gelen güvercinler bu türbenin kubbesinde toplanırlardı. Her sıkıldığımda koşa koşa gelir, üç kere tavaf eder, duvarına yüz sürerdim bu türbenin. 1300 yıl ayakta kaldı bu türbe. Sevgilimin cemali, 1300 yıl gülümseyip durdu bu türbenin duvarlarında. 1300 yıl sevdim ben bu türbeyi.

IŞİD İslam ordusunun yıktığı Ced Bayan minarelerinin taşları arasında ak sakallı bir adam ağlıyordu bu sabah. Sordum; Şeyh Reşit Lolani'nin soyundan geldiğini, Şeyh Reşit Lolani Camisi'nin yerle bir edildiğini, bir IŞİD mücahidinin de "Avec'leri kıracağız" dediğini anlattı. Adam, şeyhin soyundan gelmişe benzemiyordu. Ama acıdım, benzettim. Sonra ne olduysa dayanamadım, Dicle kıyısına gittim. Elli yıl evvel, sevgilimin kendisini Dicle'ye attığı yerde durdum. Çömeldim, sudaki suretime baktım. Suretim çekip gitmiş; yerine, yapması gerekirken yapmadığı iyiliklerin kefareti altında kalmış, tükenip yamulmuş, ak sakallı bir yüz gelmişti. Korktum. Sırt üstü uzandım kevnü mekana, göğün ışıklı rahmine diktim bakışlarımı. IŞİD İslam ordusunun götürdüğü o güzel kadını düşündüm. Güvercin çığlıkları geliyordu öteden, Laleş Vadisi'nden.

23 Ağustos 2014 Cumartesi


Zaman yoksa, mekan da yoktur; 
bunu en iyi ben bilirim dostlar. 
Zaman! 
Gelip geçip gidecekler ve mekansız kalacaklar. 
Öyle! 
Adi Şef Zumbar!
Demiş ki; kıyamete kadar. 
Ulan bakınca Zumbar nesebine, korkmuyor değilim hani. 
Ölümlüler için hava hoş da...



Evet, Tarla Faresi de yükselebilir, izzet(!) ve ikbal içinde bir süre devinebilir.

Dün Çelebi Baba ile oturuyorduk (Evliya olan), yahu evlat dedi, memlekette gördüklerim bir gerçek mi yoksa yolculuklar başıma mı geçti.

Ben de: İçelim ve güzelleşelim be Baba, dedim, nasıl olsa her gecenin bir sabahı var. Güldü, yahu bu gece pek uzun sürdü, dedi.

"Şu Zumbar'ı hakkaten merak ediyorum," dedi Çelebi Baba: "Nasıl bir nesep bırakmışsa, canına yandığım."

Eskimekte olan hariciyeci ve çiçeği burnunda başvekilin
dış siyasetinin şahsi tahayyülü veya
boka batmanın gerçeği ve gerçekliği.

Temsilen-

Memleketimden Bir Hıyarlık Güzellemesi

Bir seçimii daha hezimetle kapadık ve iki tansferden sonra da hakikaten hayata döndük. Devam ediyoruz işimize.
Konumuz hıyardır dostlar.
Salatalık yaygın adıdır.
Latince karşılığı cucumis sativus’tur. Arapçada karşılığızavrak alarak kayda geçmiştir. Ama hıyar kelimesi ne ihtişamlı durmaktadır bir metafor burgacında.
Hıyarın türleri vardır dostlar; tarlada yetişeni, serada yetişeni, turşuluk olanı, muktedir meşrebi…
Sera Hıyarının Sofralık Çeşitler: Bittex, Standex, Orion, Melior, Green spott, Spot Resistent diye sıralanır.
Sera Hıyarının Turşuluk Çeşitler: Hokus, Nimbus, Argus olarak anılır.
Tarlada Yetiştirilen Hıyarın Sofralıklar grubuna Colorado, Cubit, Marketer, Submarine, Stays Green gibi Amerikan orijinlilerinin yanı sıra memleketin değişik yörelerinde yetiştirilen bazı yerli hıyarlar girer. Bunlar; Langa, Maltepe, Çengelköy, Dere ve Kilis hıyarıdır. Kilis hıyarı diğerlerine oranla daha küçük boylu, hoş kokulu ve oldukça erkencidir.
Turşuluk Çeşitler: Gherkin, Belair, Belmonte, Kornişon ve Rus hıyarı şeklinde sıralanır.
Gelelim memleketin medya hıyarlarına:
Bunlar muktedir tarlalarında yetişirler.
Maddi manada mümbit bir arazi isterler beklerler umarlar; tüm bunları arzu ve istekle yaparlar.
Hem kifayetsiz hem de muhteristirler. Zira çapsızdırlar, çepersizdirler, hayati bir haysiyet zarından yoksundurlar.
Sıkça yanılırlar, ki öngörüsüzdürler. Yanıldıklarını gördüklerinde misalen bir yetmez ama evet hıyarlığında pişman olurlar ki bu da yetmez bir mahiyettedir.
Suyun aktığı yere doğru filizlenir çiçeklenir ve serpilirler.
Kendi başlarında dikelmek gibi bir meziyetleri yoktur yanı başlarında hep bir mevki, makam, para, pul payandası olmak zorundadır ki payandalıkları bu payandaya bağlıdır.
Bir besin zincirine tabidirler.
Basit bir zavrak olarak başladıkları hıyartları gazeteci, vekil, danışman olarak devam edebilir. Bakanlık hayalinde olanı da vardır.
Olanı görmezler gösterileni idrak ederler.
Bildiklerini anlamazlar, anladıklarını zannederler.
Yalancı tanıklık müessesesinin fos hıyarlarıdır.
Toplu hasada tabidirler, tek tek de değerlendirilebilirler.
Zaten yeşildirler, asla kızarmazlar, arlanmazlar, hicap etmezler.
Bunlardan bir cacık olmaz; sarmısak ve süzme yoğurt bile bu cins hıyarı adam edemez, bir lezzet veremez. Kuru nane bile fayda etmez.
Mevsim salatasında bile kadroya giremezler; ama mevsimlik kullanımları vardır ki bir tarlanın ilelebet mahsulü olduklarını zannederler.
Hıyardırlar bunu fark edecek kadar, hıyarlıklarının da önemsenmesini istemezler.
Hormonludurlar. Aldıkları zehir payandalarından gelir ve içinde oldukları tarlayı bir fani hıyar ömürlerinde nasıl zehirledikleri meselesinde de bîidraktirler.
Bu hıyarlar; gerek sera gerek tarla hıyarlarına göre ve hatta gerekse turşuluk hıyarlara nispeten ömürsüzdür, leş kokuludur, fitnedir, yalancıhıyadır, kimi dönektir kimi dümbelektir ama muhakkak ki alayı erkencidir. Bir menfaatin nereden geldiğini görecek kadar erkencidir.
Çengelköy hıyarı değildirler; ama ille de bir semt adıyla anmak gerekirse Kasımpaşa hıyarı olarak kayda geçebilirler.
Elbet bir gün turşuları kurulacaktır.

Çiko nihayet döndü pazardan, file dolu. Baktım fileye, yok yok! Salam, sosis, sucuk, kızarmış piliç, domates, soğan, peynirin türleri, zeytinin hem kendisi hem yağı… Bolca hıyar…
Ne iş dedim, bunca hıyar?
Severim bu mübarek hıyarı evet; lakin bilirsin ki ben hıyarlığı sevmem, dedi Çiko.
Göbeğini sarsa sarsa attı kahkahasını. Hadi bakalım, dedi, doldur şu rakıları, hormonsuz hıyar bunlar, sadece rakıya meze olurlar… diye çınladı: Sadece rakıya meze olurlar… Sadece rakıya meze olurlar… Sadece rakıya meze olurlar… Sadece rakıya meze olurlar…
Sevgisi kendi menfaatlerineydi Zumbar'ın, saygısı ise yine kendi sefil iktidarınaydı.
Ama işte arasanız tozunu bile bulamazsınız.

Tarihin ilk rakı imalatçısı ve siyaset bilimcisi olan Domdom,
ben bu adamı ne ayık kafayla izah edebiliyorum ne de düz kafayla, derdi.

Bir Zumbar suretinin günümüze kadar vurması hangi lanetin tecellisidir ki?

Zumbar'ın en büyük hatası -basiretsizliğinin sonucunda- kendine özel bir birlik kurması olmuştu.
Bunlar tarihin ilk barbarlarıydı.
Çapsızdı Zumbar ve avenesi!
Zumbar'ın yanına gittiydim. 
Acaba geriye doğru bir şeyleri değiştirebilir miyim diye. 
Zira Zumbar soyunun bugüne etkileri pek fena olmakta.

Yine de can sıkmamalı,
Zumbar, sadece çapsız ve adi bir şefti. 
Ben yazıyorum diye var. 
Ki nesebi de çapsız. 
Çokça anılmayacaklardır.

tom

Mark Twain kitabın önsözünde 
Tom Sawyer hikayeleri hakikattir, demişti. 
Doğrudur, 
hepsini ona ben anlatmıştım kaçak viski yapar ve içerken.

13 Temmuz 2014 Pazar

usanmak

Şu padişahların egosundan ve kaprisinden usandım bre çocuk demişti Çelebi Baba. 
Bilmem mi, 
benim de başımda bir Şef Zumbar vardı 
demiştim.

Kutuplaşmak

Geçenlerde;


TÜSİAD Haluk Dinçer, düzenlediği değerlendirme toplantısında, “Türkiye, gündeminde kara delik gibi duran ağır toplumsal kutuplaşmaya maalesef yenik düşmüştür.” demiş.
  • Arada hacıyatmaz laflar da etmiş, ülkemizdeki o teorik demokrasiyi kullanamıyoruz diye fantastik bir cümle de kurmuş. 
  • Amma velâkin 
  • şu kutuplaşmanın ve teorideki o demokrasinin pratiğe dökülmesine engelin en temel sebebini söylememiş bre.  
  • Oradan öylece dolanmış geçmiş. 
  • Akp’nin ve Başbakanının bu kutuplaşmanın yegâne sorumlusu olduğunu es geçivermiş işte. 
  • Kısmet! 
Irak’tan bahsetmiş, bankalardan dem vurmuş, çözüm sürecinde sadece muhalefete lafı çakmış, cumhurbaşkanlığı ile ilgili konuşmuş, vergi affına dair görüş belirtmiş, kayıt dışı demiş, ama işçilere, onların sorunlarına, beklentilerine ve haklarına ilişkin bir tamlama bile kurmamış. Nasip, diyelim!
İşçi ölümlerinde dünya üçüncüsüyüz sayın patron, bunu biliyorsunuzdur ve bu hazin alanda Avrupa şampiyonu olduğumuzu.
  • Sizden işçilere dair bir şey elbette duymayacaktık ama bizim bu kutuplaşma hikâyeleriyle bir demagojiye inanmamızı beklemeyiniz. 
  • Siz patronlarla elbette kutuplaşacağız. Mücadelenin esası bu. 
  • Toplumsal kutuplaşmanın önüne geçmek için de topu hükümete ve özellikle Başbakana atınız.
Sonra da eklemiş Sayın Dinçer, hükümete küsmek gibi bir lüksümüz olamaz, diye.

Eh bu da Kaderdir bre patron!

aman

Yahu amma da açmışız arayı.