İyiyi Oynamak veya
Stratejik Ortaklık
Ustura Kemal, nesli tükenmiş hakiki mahalle kabadayılarındandı.
Her
mahalle gibi bizim mahallenin de kendine özgü davranışları, simaları vardı,
vardır. Onlardan bir başkası da Kassap Zihni’ydi. O da rahmetli olup
gidenlerden. “Kassap”lığı kasaplıktan değil; satırla arsız, namussuz
kovalamasından geliyordu.
Bir
de Garip vardı.
Çok yıllar önce bir gün, yazlık sinemanın altındaki kebapçıda
nefis dürüm kebabımı bekliyordum.
O sırada yan mahalleden öğle sıcağında
içtiğinden veya çektiğinden kafası dumanlanmış biri meydan okuyarak Asker
Bilal’in kahvesine doğru gelmesin mi?
Nedir ne değildir diye millet şöyle bir
yönelir caddeye.
Kahvedekiler de basra, pinaki, remi, hoşkin kâğıtlarını
bırakıp dışarı seğirtirler.
Bizimki meydan okumasına elinde çakı türü bir
cisimle ve üstü çıplak devam edip kahvenin önüne geldiğinde Garip kebapçıya
girer. Usta der, şu soğan bıçağını versene bir.
Kebapçı, niye Garip Abi, diye
öylesine sorar tabi. Yahu tespihin saçağını keseceğim, kötü duruyor.
Kavisli
ve dolgun soğan bıçağını kaptığı gibi koşar, koşmaz uçar kabadayılık yapan
adamın (Tilki Selim derlerdi, ama bir
itti.) üzerine.
Garip’i henüz fark etmemiş Tilki Selim bir iki daha nara atar ki milletin gayri ihtiyari baktığı yere o da gayri ihtiyari bakar ve huyunu çok iyi bildiği Garip’in elinde bir cisimle geldiğini görür.
Tabi erkekliğin ciddi bir yüzdesinin kaçmak olduğunu gayet iyi bilen Tilki Selim topuklayıverir. Arkasında Garip, Garip’in arkasında bütün kahve, onların arkasında biz çocuklar…
Garip’i henüz fark etmemiş Tilki Selim bir iki daha nara atar ki milletin gayri ihtiyari baktığı yere o da gayri ihtiyari bakar ve huyunu çok iyi bildiği Garip’in elinde bir cisimle geldiğini görür.
Tabi erkekliğin ciddi bir yüzdesinin kaçmak olduğunu gayet iyi bilen Tilki Selim topuklayıverir. Arkasında Garip, Garip’in arkasında bütün kahve, onların arkasında biz çocuklar…
Tanık Olmak
Az
sonra bir cinayete tanık olacaktık ki daha önce olmuştuk, basit bir husumetten
dolayı iki eski arkadaştan biri diğerini biz sokakta kulle oynarken gözümüzün
önünde beş kurşunla öldürmüştü.
Tilki
Selim, Mısırlı Kemal’in evinin önündeki kavak ağacına tırmanıp paçayı hafif
sıyrıklarla kurtardı. Tabi mahalleli araya girmeseydi o akşam Tilki’nin ruhuna
bir el Fatiha okunabilirdi pek ala. Tilki Selim’i uzun yıllar görmedim sonra.
Hicabi
vardı bir de. Yok, bu kabadayılardan değildi. Kebapçıydı, ama asabi
takımındandı (Bu rağmen mahallelinin
taktığı kebap borçlarını tahsil edememekten iflas etmişti.). Bir gün Eczacı
Ayhan’a, derin bir fısıltıyla, Yiğen bir hap ver de bu akşam yengenle…
Tabi işin makarasında olan Ayhan, Hicabi Usta’ya kas gevşetici verir. Hicabi de ertesi gün, ulan ne verdin, beni o bir’den de ettin diye bıçakla usulen kovalamıştı Ayhan’ı. Sonra Fahri Balıkçı vardı... Kendi kafalarına sıkan Pusu vardı, Sarı vardı…
Tabi işin makarasında olan Ayhan, Hicabi Usta’ya kas gevşetici verir. Hicabi de ertesi gün, ulan ne verdin, beni o bir’den de ettin diye bıçakla usulen kovalamıştı Ayhan’ı. Sonra Fahri Balıkçı vardı... Kendi kafalarına sıkan Pusu vardı, Sarı vardı…
Bir
mahalle meselesinde, bazen kişisel, kimi zaman keyfe keder bir mevzunun
hallinde veya yerel adaletin tecellisinde kötüyü oynayan iyi adamlardı hepsi. İşleri
çok zordu. Ben o satırlı kabadayı Kassap Zihni’nin Adanaspor kapanıp liglere
katılamayınca, sinirinden değil efkârından ağladığını bilirim. Abi demiştim,
sen Kassap değil Pamuk Zihni’sin, zaten armamızda da var… Gülerdi.
- Kötüyü oynamak gibi çok zorlu bir işe kalkışmış iyi adamlardandı.
- Bu ne ağır bir yüktü…
- Bir hayat girdabında, hele tercih ettikleri gibi bir ömrü sürmek durumunda kaldıkları yıllar boyunca,
- aleni, doğuştan, doğal, hakiki kötülere karşı o kötü adamı oynamak,
- hatta bazen rol çalarak oynamak hayatî bir mecburiyetti…
Biri,
artık çocuklara yük oluyoruz, devir değişti, mazimiz benim sabilerin önünde
engel deyip ödünç bir tabancayla kendini vurmuştu. Diğeri yiğit davranamadığını
düşündüğü bir meseleden dolayı av tüfeğini boğazına dayayıp asılmıştı tetiğe.
Öyledir,
vardır her mahallenin bu tür hikâyeleri.
Barikat Kapı
Mahalle,
Kurtuluş savaşı yıllarında direnişin Adana’daki mevzilerinden biri olur. İşgale
karşı savaşır. Sonra 1970’li yılların sonunda, bir yazdönümünde yine, Maraş
katliamının benzeri mahallede olacak diye bir haber dolanınca kentte, mahalle
girişine barikatlar kurulduğunda da bir direniş kapısıdır.
- Derken 33 yıl sonra,
- çocukluğumdan kalan o barikatı aynı yerde yine görünce yeni bir direnişte, bilirim gönenir mahallenin hatıraları, “iyi adamları”…
- Yıllardır görmediğim Garip’i görürüm kalabalıkta, yaşlanmıştır.
- Yazlık sinemada 1970’lerde film öncesi konuşmalarını yapan mahallenin Albert Parsons’u olan Aliço’yu görürüm; yaşasaydı Kasap Hasan da olurdu gaz maskesiyle sokaklarda;
- Ustura, Zihni, Hicabi, Sarı, Pusu, Fahri…
- Ama Tilki olmazdı orada, dedim ya onun cinsini…
- O, iyiyi oynamaya çalışan kötü adamlardandı, fenaydı. Ya, bir de böylesi var.
Kötüyü Oynayan İyi Adamlar
Kötüyü
oynayan iyi adamların mahallesinden, belli bir zaman diliminde, iyiyi oynayan
kötü adamların ülkesine geçmek gibi bir sarsıntı var, yaralayıcı bir
sarsıntıdır bu. Vatandaşın iyi, güzel, vicdani, insani, ahlaki olan her bir
şeye olan itimadını hırpalayan cinsten…
- İyiyi oynayan bu kötü adamların ülkesinde standartlar hep çiftedir.
- Aynı olgunun farklı zaman ve mekânlardaki olaylarına gösterilen refleksler de iyiyi oynayan kötünün izlerini taşır.
- Bir siyasi ikbal, ihale, köşe veya şahsi hırsın neticesinde ya da bilmem neyinde ölüler üzerinden sayıya ve kandırmacaya bağlı siyaset yapmaktan zerre kadar hicap etmezler.
- Bu cins için örneğin ölümlere üzülmek sadece dini bir ideoloji yakınlığında kendini gösterir.
- Gözleri timsah gözyaşlarından başka bir şey dökmez.
Yahu,
bir başka ülke vatandaşlarının yaşadığı darbeden ve uğradığı katliamlardan
kendine bir mağduriyet çıkararak ve bu hazin durumu siyasi bir iç malzemeye
dönüştürüp bundan kendine yeni bir mevzi edinir olup kaybolmuş itibarını böylece
yeniden sağlama çabasıyla dönenen bir başka kitle gördünüz mü? Dünya değil,
insanlık tarihinde?
Her konuşmanızda, her
yazınızda suçüstü yakalanıyorsunuz.
Masum
değilsiniz, zira iyiyi oynayan kötü, çok kötü adamlarsınız.
Stratejik Ortaklık
Ustura
Kemal’in kahvehane işlettiği zamanlardan kalma şöyle bir sahne rivayet edilir:
Tüccar
Mahmut, Ustura ile mahalle merasının kullanımı konusunu tartışıyordur. Usturayı
bir stratejik ortaklığa ikna etmeye çalışır:
Mahmut: Bak muhterem kardeşim, kanalın hemen ötesindeki toprakları kapatmayı
düşünüyorum ki oradan meraya atlamam kolay olur.
Ustura: Atlamak derken?
Mahmut: Merayı topraklarıma dâhil edeceğim yani. Bereketli, hem de bakir bir
alandır. Tabi seni de unutmayacağım canım. Bu ulvi davada bana manevi desteğin
lazım.
Ustura: Ulvi ha! Öyle bir dava varsa o zaman merayı ben ele geçiririm…
Mahmut: Bu daha iyi olur canım, ben de senden makul bir fiyata alırım. Tapu
derdini de düşünme, ben meseleyi meşru hale getiririm.
Ustura: İnanıyorum ki yaparsın. Peki, mahallelinin ineği, kuzusu nerede
otlayacak?
Mahmut: Canım bir süre öyle kullanılır mera. Ama dünya hep aynı kalacak değil
ya. İlerisini düşünmek lazım… O topraklara çok ihtiyaç olacak.
Ustura: Hangi açıdan?
Mahmut: Geleceğimiz açısından.
Ustura: Anladım.
Mahmut: Bak buna sevindim.
Ustura: Çayını içtin mi Mahmut Ağa?
Mahmut: İçtim muhterem kardeşim.
Ustura: İyi, şimdi siktir git bu mekândan…
Peki,
hadi için o dem’li çaylarınızı siz. İçiniz…
Bekleriz… Bir 21. yüzyıl karanlığından çıkmaya ahdetmişken kavmimiz…