16 Kasım 2013 Cumartesi

güzel sürgün

Celal Tan'dan Gezi'ye
*RED'de 2011'de yayımlanmış yazımızın güncellenmiş halidir.
  • Onur Ünlü, 
  • TRT, 
  • Banka Asya Günlüğü, 
  • Celal Tan, 
  • Leyla ile Mecnun 
  • ve Sürgüne dairdir.
Ah Muhsin’e dönüşün kısa bir hikâyesi olabilir mi bu yazı,
tabi bizim penceremizden bakınca...
Bilmem ki!
Arada kırıcı bir laf varsa şimdiden affola!
Umut’tan Hikâye’ye
1970’te ‘Umut’un, 1971’de ‘Ağıt’ın aldığı ödül 2011’de ‘Celal Tan ve Ailesinin Aşırı Acıklı Hikâyesi’ne gitmiştir. Bu ‘sekans’ aynı zamanda son 40 senenin Türkiye’sinin ve de Adana’sının fotoğrafını verir. Yılmaz Güney’den “Afili Filintalar”a, ben derim ki, dramatik bir geçiş… Evet, savaş bitmeden teslim alınır olmak, hakiki bir acıklı hikâye…
Sarphan Uzunoğlu’nun o gruba dair bir cümlesini şuraya koyup devam edeyim:
“Anarşizm mi, AKP’nin uslu Türk çocukları olmak mı? Bahşedilen ile olunan arasındaki derin seçim.”
Şiirlerini sevdiğim, filmlerini içerdiği mistik ve fantastik unsurlar açısından tutarlı ve eğlenceli bulduğum Onur Ünlü o filminin bir kara mizah olduğunu belirtmişti. Kara mizah!
Hak verilir ki kara mizah iktidarın gölgesinde bir yerlerde durarak yapılmaz. Şöyle güneşe, açığa, ayaza, fırtınaya filan çıkmak lazım, öyle icap eder. Sinema veya sanat tarihi, ya da insanlık tarihi mizahın karasını galiba böyle kaydeder, kaydederse. Kanımca mizah, -hangisi olursa olsun- erk’in karşısında bir yer bulur kendine. Bildik sebepleri yazmayacağım buraya. Hele bu “kara” bir mizah ise yerleşik değer ve kuralları, bilmem neleri çok da iplemez herhalde. En azından bir sistem eleştirisi vardır bre; günlük hayatın, egemen siyasetin, sanatın kendi köhne eğilimlerinin, alışkanlıklarının, bilmem neyinin eleştirisi…
  • Celal Tan ve Ailesinin Aşırı Acıklı Hikâyesi’ne gelecek olursak;
  • öylece bakınca apolitik bir kara mizah olarak duruyor.
  • Arada bir iki küfür ki ben o filmdeki küfürleri yarım saat içinde kullanır ve tüketirim,
  • bu noktada eleştirmiyorum filmi.
  • O mistik fantastik unsurlardan dolayı bir kara mizahsa söz konusu olan, o zaman böyle bir şey beni aşar.
  • Ama filmin kahramanının işi üzerinden ve filmin bir mekânıyla kurulan bir kara mizahsa bu, 
  • o zaman tam burada bir iki noktaya değinirim.
  • Filmin kurgusuna, diyaloglarına, temposuna, 
  • belki senaryodan kaynaklanan çelişik durumlarına bakmayacağım, beni aşsın gitsin o konular da.
  • Fakat bir seyirci olarak takıldığım meseleye bir iki laf edeceğim.
Sinopsis Niyetine
Celal Tan bir hukukçudur, genç eşini kıskançlık sonucu öldürür. Bir başka hukukçu arkadaşından suçu üstlenmesini ister ki o da zaten ölümcül hastadır vs. Öteki de bunun karşılında dini konularda pek yetersiz olduğunu belirtip kendisini ‘münkir ile nekir’in sorgusuna hazırlamasını ister falan. Sonra birbirlerini satarlar.
  • Filmin politik(!) arka planında şöyle bir şeyler görülür: 
  • Bir anayasa hukukçuları derneği (AHUD) vardır, 
  • orada bir balo filan vardır, 
  • baloda bir orkestra vardır, 
  • o orkestranın çaldığı ‘eski cumhuriyet’in bir marşı vardır. 
  • Marşa eşlik eden ‘dinozorların’ ellerinde bayraklar ve üzerinde 
  • derneğin Türkiye haritasına yani ülkeye inmiş adeta yıldırım saçan bir tür tokmağı olan flamalar vardır. 
  • İki hukukçu arkadaşın meseleyi konuştuğu kanepenin yanında, 
  • dernek girişinde filan bir çiftetelli oynamayı bile beceremeyen hukukçu ordusu vardır (ki orası bir hukukçular derneğidir). 
  • Arada koltuk sevdalısı dekan vardır (dekandı herhalde). 
  • Bildiğiniz rezillik! 
  • O zaman yıkılın ulan, takoz olmanın ne âlemi var hızla ilerleyen ülkenin önünde! 
  • Bu minvalde bir kara mizah figürü…
Yaşasın Yeni Cumhuriyet
Anlamak için Alin Taşçıyan olamaya gerek yok! Evet, filmde bariz bir eleştiri yapılmıştır ‘eski cumhuriyet’in hukukuna ve hukukçularına ilişkin: Adeta dinsizdirler ve en basit konularda bile imandan bihaberdirler, namaz kitabını yere atacak kadar duyarsızdırlar. Ellerinde bayraklarla bir salonda salınıp dururlar, kös kös otururlar, birbirlerine sebepsizce ödüller verirler, koltuk düşkünüdürler, bir mekânda eğlenmekten bile acizdirler ki çiftetellidir, miskettir, halaydır, bunu bile oynamayı beceremezler. Bunlar bu halleriyle mi ülkenin kaderini belirlemeye ortak olacaklardır? Tamam, bu eleştirilere eyvallah! İmzamı da atayım altına, hadi. Lanetleyelim uyuşuk sistemin tüm köhne kurumlarını… Lakin bu “kara mizah”ın şimdiki zamandaki gereği ve orijini pek düşündürücüdür. (Hadi, böyle bir eleştiri örneğin sekiz on sene önce yapılsaydı yine gözlerimizi yaşartırdı. Şu enstantane sadece nekrofilidir.)
Oysa güzel memleketim bir kara mizah cennetidir. Aç tavuğun darı ambarıdır, rüyasız ve riyasız:) 'riyasız'ı uyak için yazdım ama güzel oldu:) Ve de ‘Afili Filintalar’ cemaatinin bir tür eylemi olarak görünür olunca bu, işte o kara mizah yandaş mizaha dönüşür. Kimin ne yaptığı pek sırıtır. Bir köhneliğin eleştirisi, bir başka köhneliğin bina edilmesi sürecinin propaganda filmini ortaya çıkarır.
  • Bu noktada Onur Ünlü’nün benim için, 
  • Tansu Çiller’e yönetmenlik yapan bir Sinan Çetin’den hiçbir farkı kalmaz. 
  • Toplama baktığımda da, 
  • ta 1836’da bile Meksikalılar Alamo Kalesinin, 
  • Teksaslılardan aldıklarında o kalenin yıkıntıları üzerinde bu kadar zıplamamışlardır tüm orduları, 
  • topları tüfekleri, şairleri, yazarları, destancıları ve gazeteleri vs ile...
Tefecilerin eline düşüp iflas etmiş bir esnaftan gayri hiçbir alacağınızı tahsil edemezsiniz. Ya da zaten filelere girmiş bir topa bir daha vurup orada aynı pozisyonda ikinci golü hanenize yazdıramazsınız. Böyle hareketler iktidarın tribününe oynamaktır. Haddizatında bir kara mizah değildir, mizahın kara paradoksudur, bir manada kavgayı ayırma numarasında karşıdakinin ellerini tutmak, arkadaki kudretli ağabeyin rahat yumruklar atmasında böylece taraf olmaktır (ve zaten kendisi uyarmıştı kitleyi, taraf-bertaraf teması ile).
Muktedirlerin argümanlarıyla, o sığınakta sanat yapmak… Bu kötü bir şeydir, kötü!
Evet, şu tarz ve içerikle kara mizah yaparak “piyasada” tutunabilirsiniz, ödüller alabilirsiniz; ama sinema tarihinde, örneğin ‘Şarlo Diktatör’ filminde dünya temalı balonla oynayan ‘Hitler Şarlo’nun o üç saniyelik sekansı kadar yer alamazsınız. Ve Sanırım egemenlerin egemenlik alanında bir kara mizah da olmaz, çok çok ‘Afili Filintalar’ın AKP balanslı felsefelerinin kara mizahı çıkar. Sonuca bağlamak için Altınkoza’ya dönecek olursak;
Altınkoza denen müsamere, AKP devlet erkânının bir şenliğidir gayri. Bize dair bir incelik, biz iz kalmamıştır. Kendileri çalıp kendileri oynamıştır. Onlar kendi dünyalarının keyfindedir.
  • Sonuç? 
  • 12 Eylül 2010 referandumu itibariyle bu da bir dönem filmidir. 
  • Yeni bir 12 Eylül sürecine sinema üzerinden “Afili” bir destektir.
“AKP’nin uslu Türk çocukları” kara mizahı kararında yaptıkça ödül ve ödüller almaya devam edecektir.
_______________
NOT:
Bu yazı esnasında Leyla ile Mecnun değil Bank Asya Günlüğü gündemdeydi. Bu filmle bir borç ödendi diye düşünüyorum, sadece düşünüyorum iddia edemem, devamında da sayınmuhterem TRT de Leyla’yı pasladı Mecnun’a. Al gülüm ver gülüm yani.
Derken,
Bir yazdönümü yaşandı yurdumda.
Bir Haziran süremiydi.
Ölü torağı atıldı, şöyle bir silkelendi devran.
Uzatmayayım;
Bu arada Onur Ünlü de silkelendi ve ben neredeyim, ne yapıyorum, neden Taksim’de değilim filan dedi içinden sanırım.
Bilmem ki…
Ve kendini kendi hakikatinde buldu.
Ama orada bırakılmaz hiçbir şey.
Ben verdim ben alırım zihniyeti keyfiyetini oraya da göstermişti böylece.
Celal Tan ve Ailesinin Aşırı Acıklı Hikâyesi, aslında bir muktedirin ve avenesinin aşırı acıklı hikâyesiydi. Bunu da dünya âlem naklen görmüştü.
Evet, o film kanımca Onur Ünlü’nün sırtında bir yüktü. O yükü şu güzel sürgünle atmış, ondan kurtulmuştur, iyi de olmuştur.
Şimdi ondan direnişin filmini bekliyoruz!
Borcudur!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder